Ne kadar çok elbisen, ne kadar çok ayakkabın, ne kadar çok
eşyan var. Bir yere gidecek olmak için koca bir bavulu sırtlanman gerek. Ki
kolların belin başın iyice bir ağrısın. Ve, bir kaybedecek olsan bu bavulu ölür
yaşayamazsın. Yük edinmişsin bu eşyaları. Sanki eşyalar sana hizmet etmiyor da
sen eşyalara hizmetçisin.
Oysa herkes hayal eder alıp başını gitmeyi hafifçe. Ama
gidemez eşyalara hizmet etmeli, onlara gözü gibi bakmalıdır. Birisi
bir eşyasına zarar vermeye kalkmasın sakın! En sevdiği de olsa eşya kadar
kıymeti olamaz. Kıymetlidir eşyası, ayakkabısı. Dokunulmazdır. Kalp kırmak için
en mükemmel bahanedir çoğu zaman. Kalp dediğin ne ki zaten. Aman boş versene
sakın eskimesin, bir başkası yan gözle bile bakmasın onun kalbinden önemli
eşyalarına.
Sonra kaybediverir
sevdiklerini. Eşyaları kaybolduğunda üzüldüğü kadar üzülmez kaybettiği kalplere.
Ki suçludur hak etmiştir bir çoğu kaybedilmeyi. Peki ya o çok sevdiğin pantolon
suçluysa, daha önce onun yüzünden bağırdıysan kardeşine, o çantana su döküldü
diye kırdıysan anneni. Hak etmişlerse onlar da kaybedilmeyi?
Eşya diyorum o kırdığın kalpten önemli mi? Bir giyişte ter kokan o çok pahalı gömleğin,
bir düşüşte kırılan parfümün, bir adımda tozlanan ayakkabın önemli mi insan
kalbinden? Kıyafet eskir yenisi alınır. Bir kalbi, o eskimeye mahkûm kıyafet
için kırdın mı bir daha yenilenmez sevgisi azalır.
Yetmedi mi bu hizmetçilik. Artık birazda gönüllere hizmet
etmenin vakti gelmedi mi?
Özlem Büşra Şılak