Karanlık bir gecede, bulutsuz gökyüzünde, uzak olmayan bir
diyarda tam bizim diyarın yanında bir yıldız yaşarmış. Gökyüzü ne kadar uzak
olsa da birisi onu görsün gülümsesin diye beklermiş. Diğer yıldızlar kadar
parlak değilmiş. Ama parlamak istermiş, tüm gücüyle parlamak en parlak yıldız
olmak…
“Daha çok parlayamıyorum, güneş denen o şey doğunca sönüp
kalıyorum” der. Onun o rengarenk tonlarına katlanamazmış. Her gece beklermiş,
birisinin kendisine bakarak gülümsemesini. Ve her gündüz ağlarmış, güneşle
mutlu olanları gördükçe. Diğer yıldızların parlaklığıyla mutlu olan insanları da görmüş. Artık katlanamaz olmuş onlara. “Güneş yetmedi, bir de bunlar çıktı
başıma” diye söylenmiş durmuş gecelerce. Ve bir gece parlamaz olmuş. O azıcık
ışığı da sönmüş görünmez olmuş. Silinip gitmek en iyisi diye düşünmüş.” Farkıma
varan var mıydı sanki? Ne anlamı var o cılız parlaklığımın?
Geceler geçmiş, gündüzler geçmiş. O hasetle baktığı
yıldızlar parlamış, güneş doğmuş. Bizim yıldızı ne gören ne de duyan olmuş. Diğer
gecelerden daha karanlık bir gecede bizim yıldız bir ağlama sesi duymuş.
-İşte tam şuradaydı diğerlerinden farklıydı, gör kırpıyordu
parlarken rengi de pembeydi, o benim yıldızımdı ama yok işte nereye gitmiş?
Benim yıldızım? Bu bahsettiği ben miyim? Sahi göz kırpar
gibi mi parlıyordum önceden? Bana bakıp gülümsemiş miydi? Nasıl da fark edemedim.
Katlanamazken güneşe, diğer yıldızlara, nasıl anlayamadım birisinin yıldızı
olduğumu?…
Yıldızım nasıl anlayamadın seni sen olduğun için sevdiğimi? O cılız parlaklığının gözlerimi nasıl da
kamaştırdığını… Her gece en gizli dertlerimi seninle paylaştığımı? Parlar mısın
tekrar benim için? Benim senin için hala gülümsediğimi görüp göz kırpar mısın?